19.2.14

Küçükken sahip olduğum kırmızı lastik ayakkabılar

19 Nisan 2011
00:21

Sevgili Şebo,

Rugan ayakkabı giydiğin için şükretmelisin. Benim çocukluğumdan kırmızı lastik ayakkabılarım var. Pazarda meyve-sebze satmaya gelen köylü çocuklarda renk renk görüp özenmiştim. Annemi ağlaya ağlaya ikna edip, ona aldırmıştım hatta. Cırt cırtlı spor ayakkabıya ağız yamultarak aldırmıştım hatta, ama asfalta palamutlarını dökmüş ağacın altından geçerken ya da yolda ufacık taş olsa ayak tabanımı çok fena acıtırdı. Bir de köy yollarını düşün...


Rugan ayakkabını kalıba verseydin, ne yapalım...

26.1.14

Suyun Kaldırma Kuvveti ;)


Bilenler bilir ki sudan ve ıslanmaktan hazzetmediğimi ama üç gün önce, Şeytanın bacağını kırdım ve havuza girebildim! Yüzme öğrenmek istiyorum. Fazla derin olmayan bir havuzda iki günde toplam 5 saatimi havuzda geçirdim, makarnayla olsa da yüzdüm bol bol ve arkadaşlar çok mutlu ve huzurlu göründüğümü söylediler.

1.1.14

Güle güle blog

Dün gece (bir yıldır okuyucuya kapattığım) eski blogumu sildim, silmeden önce okudum onu dipten doruğa; sevdiğim yazılardan silinmesini istediklerim, göz yumduklarım oldu. Bazı yazıların silinmesine kıyamadım - ahım şahım olduğundan mı? Elbette hayır; ama o halet-i ruhiyeyi unutmamak, aldığım dersleri unutmamak için. Senenin ilk gününde o yüzden bu kadar (başlıkları tarihli) yazı paylaştım. Bir de Ankara'da geçirdiğim günlerde özel ve güzel anlar olmadı değil ama genellikle yorgun ve üzgün idim. O yüzden blogda çok şey paylaşmamıştım. Blogla uğraşmayı özlemişim. Facebooktan kısa kısa duygu paylaşmak daha kolayıma geldi yorgunken. Bu aralar Facebook'u rahatlatmak istiyorum. Bloga iyi/kötü, uzun/kısa yazmak istiyorum.

Tekrardan iyi seneler.

31 Aralık 2013'ten 1 Ocak 2014'e geçerken

Bu yılbaşında kimseyle program yapmadım. Annem ve babamla yaşadığımdan ve artık yaşlandıklarından kimseyi çağırmadım eve. Erken yatıyorlar ve onlara arkadaş kahkahası dinletmek istemedim. Öyle ki; annem 12'ye zor dayandı, babam ise 11 buçuk gibi kanepede uyudu, 12'de bir gözünü açtı "Haydi iyi seneleeeeeer" dedi ve çok geçmeden tekrar uykuya daldı. Evet, kimilerine göre kös kös oturmamda (bana göre huzur) onların yaşlı olması bir sebepti ama kendi odamda kendi kendime bir yılbaşı yaşamak istedim gerçekten de. Arkadaşlarımın bir tanesine dahi gece ne yapacaklarını veya sizde kalayım mı gibi şeyler sormadım... Sevdiğim bir işi yapıyorum. Primlerle geçen seneki işimin neredeyse iki katını da kazanıyorum (Allah bereket versin, olmayana da versin.). Ailem de yanımda olduğundan, ben de tabii ki neredeyse her zaman olduğu gibi sağlık ve sevda diledim. Sevdasız kalamam zaten ben, ilişkiye dönüşmesini karşılık bulmasını, karşılıklıysa bile paylaşabilmemizi diledim, diyelim...

Geçen sene Ankara'da komün bir yaşam biçimim vardı. Banyolar, yataklar, WCler, mutfak, kütüphane.... Hepsinde bir şekilde insan çıkıyordu karşıma. Yalnız kalamıyordum. Lise arkadaşım B.... da yaşıyordu orada Allah'tan... Yatakhaneyi paylaştığım kızlarla güzel anlaşıyordum da ama insan "kendine ait bir oda" istiyor. Ben de istiyordum. O yüzden bu yıla odamda girdim.

Dünürümüz anjiyo olduğundan ağabeyim ve yengem hastaneye ziyarete gittiklerinden akşam minik yeğenim bizdeydi. Eskiden - büyümeden önce - olduğu gibi yılbaşını aileyle geçirme saadetim oldukça erken başladı zaten. Sonra yengemler onu almaya geldiğinde, onlar da yaklaşık bir saat oturdular. Şark görevindeki kardeşim hariç, aile saadetim tamamlanmış oldu...

Aile saadetim bir kişinin eksikliğiyle de olsa tamamlanmıştı ama kafamda bir iki insan daha vardı, keşke onlar da yanımda olsa dediğim... Ortak özellikleri onlarla hiç yılbaşı geçirmemiş olmam ve onların da yalnız olmaları.

Bunlardan biri H.... . Onu Ankara'da tanıdım. Bazen muhabbetimiz çok güzel akar meşk gibi, bazen uzun soluklu bir sessizliğe bürünürüz, ama o sessizlikte de birbirimizi anarız ve bunu hissedebiliriz. Ankara'yı göresim gelmedi ama kış tatilinde onu görebilmek için İstanbul'a geçmeden önce Ankara'ya gitmek istiyorum bir ya da iki günlüğüne. Çünkü H...., Ankara'daki yaşamımdan önce hiçbir yerde tanışmadığım insanlardan en çok sevdiğim ve canıma en yakın bulduğum.

Dini bir sebeple mi, yoksa yaşlanıyorum diye mi ya da kapitalist bir dayatma gibi bulmaya başladığımdan mıdır nedir, artık yılbaşı'lar bana zevk vermiyor. Sıkıcı pazar sabahları gibi buluyorum genellikle. Mutlu olmaya, eğleniyor olmaya dayatılıyormuşuz gibi. Sanki maskelerimiz az, bir de ona kapitalist amcalar maske eklemiş.

Az önce bahsettiğim düşüncelerime rağmen H....'ye hediye almaktan alıkoyamadım kendimi. Yanında olabilseydim Ankara'da yılbaşına özel hediye almazdım ama yanında değilim, onu önemsediğimi hissetmesini istedim ve iki albüm aldım: Gidenlerin Ardından ile Şimdi ve Sonra albümleri...


Tekrar kendime dönecek olursam, dayatıldığı için değil cidden hissettiğim için yeni yıla kendi odamda sakin sakin, huzurlu bir şekilde girdim. Tek huzursuzluğum hasretliklerim idi. Bir de yeni yılın ilk saatleri ertelediğim bir şeyi yapmakla geçti. "Karşı Pencere" filmini izlemekle geçti... Üç sene önce sevdalı olduğum bir arkadaşım (belki de tanıdıktır, arkadaş gibi davrandığını düşünmüyorum son bir senedir) bu filmi sevgilimle izlememi söylemişti ama bu filmi izlemeye değer bir sevgili hayatıma gelmedi. Ben de çok huzurlanmışken kendim izlemeye karar verdim - iyi ki de izlemişim. Filmi en doğru zamanda izledim. Güzel bir filmdi. Film konusu hakkında bilgi (spoiler) vermek istemiyorum ama en sevdiğim alıntılarından birini aşağıda paylaşıyorum:






“Sevgili Simone;
Senden sonra artık kırmızı kırmızı değil.
Gökyüzünün mavisi de artık mavi değil.
Ağaçlar artık yeşil değil.
Senden sonra biz olmanın, özlemenin renklerini aramalıyım.
Senden sonra bizleri utangaç ve kaçak kılan acıyı bile özlüyorum.
Bekleyişleri, vazgeçişleri, şifreli mesajları özlüyorum.
Görmek istemeyenin kör dünyasında kaçamak bakışmalarımızı.
Bizi görselerdi onların utancı, nefreti, acımasızlığı olurduk.
Senden af dileme cesaretini henüz gösteremediğim için pişmanlık duyuyorum.
O yüzden artık pencerene bile bakamıyorum.
Seni hep orada görürdüm henüz adını bile bilmezken.
Senin daha iyi bir dünya düşlediğin zamanlar
Bir ağacın ağaç, mavinin gökyüzü olmasının yasaklanamayacağı bir dünya.
Bilmem bu daha iyi bir dünya mı?
Artık kimse bana Davide demiyor, Bay Veroli diyorlar.
Bunun daha iyi bir dünya olduğunu nasıl söyleyebilirim.
Senin olmadığın bir dünya için bunu nasıl söylerim."



Fonda: Şimdi ve Sonra albümü çalıyordu bu yazıyı yazarken ama albümü paylaşamayacağımdan albüme adını veren şarkıyı paylaşayım...

Şimdi ve sonra by Yeni Türkü on Grooveshark

Nisan 2011


"Bana sarılmayı sen öğrettin" demek ister miyim, o yaşananlardan sonra bilemiyorum. Hayatımda olmadığın için en uygunu "sen" zamiri yerine "o" zamiri kullanmak. Bazen insanlığından şüphe ettiğim zamanlar bile olduğundan "o" daha uygun, evet. Bir iyiliğin olduysa, ketumluğumu büyük ölçüde törpüledim sayende... Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır, derler; kahve de ısmarlamıştın, onun hatrına diyeyim: Bana sarılmayı sen öğrettin,  ama görseldeki gibi öğrettin; kanata kanata, acıta acıta, yaralarımla bir başıma bıraka bıraka ve hatta kimseden yardım isteyemeyecek durumda... Bıraktın. Öylece. Çaresiz değil, çapaçaresiz. Sadece zamanla BİR başıma...
Bu yüzdendir, seni affedemeyişim ve affedemeyecek olmam. Bana sarılmayı sen öğrettin, beddua edemem; ama ayağın taşa takılsa benden bilesin!

Kırgın


"Kırgın" sözcüğünün anlamlarından biri de "maktûl"müş. Kalp kırmamak için dikkat ediniz o yüzden. Biri size "sana kırgınım" diyorsa, 'pis katil'in teki olduğumuzu yüzümüze vuruyordur belki de, kim bilir...

25.8.2011

Bazen hüngür hüngür ağlarsın da elmacık kemiğine gelmeden buharlaşır. Bazen de öyle bir ağlarsın ki; dört, bilemedin beş damla ağlarsın. Kimi burnunun ucundan damlar, düştüğü yeri ıslatır. O yer, kitap ise, yaprakta hemen dağılıverir, kocaman bir daire olur. Sırt üstü yatıyorsan da kulak deliğine girer. Bir diğeri dudağının kenarından kıvrım alır, boynuna ve bazen de hatta koynuna kadar iner. Bir tanesi, burnunun ucuna yönelmez, kanadına yönelir. O daha bir anlamlıdır. Soluduğun havaya tutunur, düşmemek için. Burnunun içine tekrar girer, oradan ciğerine ciğerine gider. Sırtın yanar. Yangını körükler.

Ciğer Yangınları

Öğle vakitleri sokakta oynamaya çocuk kalmazdı diye daha Sübhaneke duasına dilimin dönmediği bir yaşta özenip gittiğim caminin hocasının ilk günden, beklenmedik bir anda, hiç suçum yokken yanlış yere oturmuşum diye sırtıma vurduğu kızılcık sopasını bile unutmam. Sırtım yanmıştı... Ciğer yangınlarımı nasıl unutayım?

"Dönersen Islık Çal" filminden


- Sen hiç bu şehirden kovuldun mu?

+ Hayır. Eğer beni bu şehirden kovsalardı, bir daha adımımı atmazdım.

- Ahiiiiiy. Pis, küçük adam gururu. Ne yani benim gururum yok, öyle mi!?

+ Yoo. Yanlış anladın. Öyle demek istememiştim.

- Ha ha hay, güleyim bari. Sana her gittiğin yerde garip garip bakıp alay etmiyorlar mı? Kıçımın padişahı. Ha ha ha hay. Ben senin yerinde olsam, intihar ederdim.

(Sessizlik...)

- Ne o, bozuldun mu, niye konuşmuyorsun? Aaaay, boşver, s..... et bu insanları. Senin ...in ikimize de yeter. Ha ha ha ha. Şaka yaptım, bozulma.

(Makas alma)

+ Ne gururu? Ben sana bozulmadım, sadece düşünüyordum.

- A a a a a, küçük adam düşünürmüş de. Düşün düşün b.ktur işiiiin.

+ Biliyor musun, yıllardır barlarda envai çeşit insanla karşılaştım. Çoğu senden daha kadın, benden daha cüce. Önemli olan; sahicilik, dostluk.

+ Hadi, cam cama

(Kadeh tokuşturma)

- Can canaaaa.
- Hadi lan gidiyoruz. Hep gece yürüyecek değiliz ya, biraz da güneşe doğru yürüyelim.

1 Ocak 2012'den bir yazı


Yeni yılın ilk yazısı mutlu olsun...


Bu sabah ateşler içinde uyandım, bütün eklemlerim de ağrı içinde idi; zaten gece yatmadan ateşim yükselmeye ve bademciklerim pıt pıt atmaya başlamıştı. Günüm kötü başladı, o gelene kadar. Yeğenim.

O geldiğinde yataktaydım. Zaten o yatak hiç toplanmadı. Yatak düzeltilir aslında, toplanmaz. Zira kanepe insanıyım ben. Ablamla paylaştığım oda, çalışma odası ve oturma odasını andırıyor. "Genç odası" denen cinsten bazalı, komodinli, gardroplu değil yani. Neyse, bu kadar ayrıntı yeter. Yeğenim gelir gelmez, yatağıma geldi; uzun zamandır sevememiştim de onu. Makale ve yazı yazmaktan sevmeye vaktim olmuyordu çünkü ağabeyim ne zaman onu bize getirse ben yazıma son şeklini vermeye veya yetiştirmeye çalışıyor oluyordum. Biraz bencillik edip doya doya sevdim onu bugün, korktum da hastalığım bulaşacak diye. Ne hikmetse ateşim düştü, boğazım pıt pıt atmamaya başladı. Bu, hemen iyileştiğim anlamına gelmiyor; ama onun uğruna bağışıklığım güçleniverdi birdenbire.

Bilgisayarda ona Sünger Bob açtım, pek izlemedi; sonra Arabalar filmini açtım, anlamaz diye Şimşek McQueen demedim, Şimşek dedim; "Şimşek arabası" dedi salak(!), sonra pek geçmedi "Şimşek McQueen" dedi p*ç herif, g*t oldum.

Filmini de izlemedi, çalışma masasından kalktı, yatağımda izleyeceğini söyledi, sonra filme olan ilgisini bıraktı, yatakta şebeklikler yaptı. Yorganın altına girdi, "Hadi ev yapalım, kapıyı (yani yorganı) ört" dedi; aklıma Gürsoy'un Fırat'ı geldi. "Burası benim evimmiş meğersem." :))

Sonra kulağına bir şey diyeceğim dedi; sayı saymaya başladı. Daha sonra da "Bir varmııış, bir yokmuş; kelime-i şahadet yokmuş" dedi. Bizim oğlan "ataizt" olacak galiba. Sonra oda, otobüs oldu; odanın kapısı otobüsün kapısı... Otobüsün kapısı kapalı olunca da bizi kimse duyamazmış. =)

Sonra da gündüz uykusu hiç adet olmamasına rağmen saatlerce benimle uyudu. Gerçi ben onu izlemekten pek uyuyamadım. Pek sevdiğim biri uyuyunca yanımda tetikte gibi uyuyorum. Onu izliyorum, mutluluktan uyku girmiyor gözüme, kuş uykusu dediğimiz şeyden oluyor.

Son günlerde biriyle uyuma ihtiyacım vardı aslında. Aşerircesine. Annem olmazdı, her gün görüyorum onu. Babam, (onun bir tecrübesi dolayısıyla onun öyle düşünmesine hak verdiğim) bir sebepten ötürü arkadaşımda kalmama izin vermez muhtemelen, bir arkadaşımı davet edip ilgilenecek kadar da boş değilim ve okuldaki yoğunluktan dolayı da yorgunum... Yeğenim bugün ilaç gibi yetişti. En güzeli de minik elini yanağımın altına sokması ve daha sonra parmaklarımı açık elinin parmaklarından geçirdiğimde parmaklarıyla parmaklarımı kavramasıydı. Anneliğe hiç bu kadar yakın hissetmemiştim.

Özetle, sade ve mutlu bir gündü. Belki de bu uyku yüzünden yeni yıla uyuyarak girmişimdir. Gece on bir buçuk gibi sızmışım yatağımda ve uyandığımda saar bir- bir buçuk falandı.

Fonda: Yann Tiersen
Masada: Kola ve kuru yemiş tabağı