29.2.12

5 şubat '12

ben de mi rejim yapsam acep

bu aralar ufaktan göbüşüm büyür gibi oldu, göz kararıyla 56-57 kilo gibiyim. gerçi göz kararım da iyi değildir. sevgilim 83 kiloymuş. rejime başlamış. kaslarını yağ kaplamaya başlamışmış. bir dönem gece yemelerine fazla abandık, normal aslında... ama onun 83 kilo olduğunu duyunca şoke oldum. dedim ya göz kararım, kararsızdır... çok uzun boyu yok yani ve kilosunu da göstermiyor... kadınların yağ oranının fazla olması ne acı değil mi? ya da çok az spor yaptığımız için mi böyleyiz, anatomik mi bilmiyorum. fotolarına baktım, nasıl olur 83 kilo diye de, şunu buldum, bacağım kadar kol o.O diğer kol da benim kolum ve ben çooook ince kollu bir kadın değilim. şoke olunacak bir durum yokmuş sanırım.



güya suya cemre düştü, ama kar yağıyor! neyse, havalar illa ısınacak, bu sene bikinimi de yenilemek istiyorum. bu da bir kadını rejime iten bir şey. plaja gitmek, bikini giymmek... geçtiğimiz yaz, oruçtu, bütünlemelerdi, mezuniyet telaşıydı derken bikini al(a)madım. öyle her yıl bikini alan bir tip değilim. yüzme bilmiyorum bir kere kıyı karadenizli olsam da! beyaz teni sevdiğim için çokça güneşlenmiyorum da... bikinimi liseye başlarken almıştım, ondan yenileyeceğim. bu arada yüksek lisans öğrencisi olduğumu söylemiş miydim. liseye başlarkenki bikini ne laaaaaaaaaan!??????? :)

ilk kez sevgilim olmuş, canım bu sene plaj keyfi istiyor anacııııııım...

 



26.2.12

bu sabah...

...kursta işim o kadar yoğundu ki! yazılımsal sorun, öğrencilerimin derdi vs. derken, ders aralarını bile kendim için kullanmadım. sabah yakışıklıya facebook'tan mesaj attım, o da pc başına geçince cevaplamış ama telefonumdan facebook'a girecek süreyi bile bulamadım, sevmediği halde kısa mesaj yollamış telefonuma. hatta, öğrencilere görev verdiğimde bile hep "hocam, oldu mu, doğru mu"larla uğraştığım için tam ona cevap yazmaya koyulduğumda araya hep bi' şey girdi. hatta mesajı ikinci kez mi yazıyorum diye düşündüm bile gönderirken. kafamda sürekli mesaj dönüyordu fakat iş, göndermeye gelince ı-ıııh, gönderemedim.

bugün, notebookunu bile yanına almış. sahaya çıkmış, çizim yapmış vs. zaten grip olmuş, çarşamba günü buluştuğumuzda hava pek soğuktu, kapmış şifa(!)yı :( kurstan çıktığımda onu ve dostumu aradım ama o an ulaşamadım. yoğunluktan yakışıklıyla iletişim kuramamanın da verdiği sıkıntı ile kendimi bol soslu tavuk dürüm ile ödüllendirdim ve eve yüz metre kala dostum aradı. sanayiye arabayı götürdükten sonra arabanın durumuna göre şurada veya burada buluşalım, dedik. sevgili sevgilim de geldi. :) iş'ti, hastalıktı; geleceğini pek ummuyordum aslında... iyi oldu, çarşamba günü başbaşa olmamıza rağmen iki gün görmedim hemmmmen bi' yoksunluk krizleri, özlemeler... hem be.... de geldi, dördümüz bi' güzel sohbet ettik. be...., çok alem kızmış ya, kolay kolay ısınmam bir insana, ona çabuk ısındım. t....'in liseden arkadaşı. sözünü de unutmamış, küpe alacaktı bana, kafeye gelirken küpelerimi de getirmiş. =) ayrıca, oturduğumuz kafe de, onun lise çağında sıkça takıldığı ama uzun süredir uğramadığı bir kafe imiş. iyi denk gelmiş. o kadar takılırmış ki, tek başına bile gidip kitap okuduğu olurmuş...

kafeden ayrıldığımızda be....'in şansı yaver gitti. hafiften yağmur çiseliyordu ve pat, bineceği otobüs geldi, öpüşemeden koşturdu. o kadar da şanslı idi yani. yağmur da tam kıvamında idi, şemsiye açmaya gerek olmadan çooook hafiften yağıyordu. sevgilimle sarıla sarıla yürüdüm sokaklarda. pek huzurlu idi. eş demek için erken ama tabir edildiği şekliyle, bir tarafımda im, bir tarafımda dostum... hava kararmış. 21 suları... sokaklar kış mevsimi olduğu için epeyce boşalmış da. pek gürültü, patırtı yok. güzeldi.


sonra, dostumu eve bıraktık. yakışıklıya aldığım hediye de birkaç gündür dostumun evinde idi, annemler görmesin diye. sonra hediyesini de verebilmiş oldum, hoşuna gitti... apartmanın oradan bulvara inen merdivenlerde ayağım çok pis kaydı. iyi ki sarılarak iniyormuşuz. yoksa beyincik meyincik dağılırdı valla, yığılıp kalırdım orada. boynum da zaten problemli şu aralar. kötü olurdu. onun tutması, pek manidar oldu. iyi ki var!

haramibaşı aryası'nı o da pek sevmiş:


25.2.12

let's do it, let's fall in love :)


ps. has uşağumun bana önerdiği ilk film, "midnight in paris"ti. o yüzden, özel bir film. özelimi geçtim, güzel de bir film, öneririm. batı sanatına ilginiz varsa, izleyin.

istekler gani gani :P


bahar gelsin diye ötüp duruyorum ya, yaz da gelsin. bizim kaç nefesimiz var, ilişkimizin kaç nefesi var orasını allah bilir tabi, ama yaz da gelsin ve sevgilim yüzme öğretsin banaaaaaaaaaa! onunla sudan korkmam...

...sanırım :))))))))

18.2.12

telefonda hafıza açma

t :

gel ben salondayım :)

11.02.12 04:40 pm (ilk maçımız)

bu'u hatun:

otobüsteyim, yanımda bi kız inmek için hazırlanırken eldivenlerini giyiyordu... gözüm takıldı. elleri aynı senin ellerin, parmaklarını senin gibi kullanıyordu. özledim! gerçi böyle de bi garip oldu mesaj ama işte, birden yaz geldi aklıma, bavul yorgunluğuyla oturduğumuz bar, buz gibi bira!

21.01.12 01:44 pm


b :

ismin ne kadar ağır...

15.01.12 06:04 pm

ayrıca söylediğine de pişman etmeyeceğim, emin olabilirsin :)

30.05.11 01:40 pm

a.k.:

çok benzeriz.. ben de sonucu görmek istediğim için vazgeçtim bi'kaç kez. belki de aileme kıyamadım onlar dışında kimsenin siklemeyeceğini düşünerek de vazgeçmiş olabilirim. garip..

20.09.11 03:51 am

ray:

gözlerin ve dudakların çok güzel ve bu hiç saçma diil :)

19.07.11 02:52 am

17.2.12

yalnızlık...

...zor zanaat de, sevgilinin telefonuna ulaşamayınca endişeyle karışık bir sinirlenme yaşıyorsun ya hani, o an, yalnızlık dünyanın en ballı şeyi haline dönüşüveriyor. evet, bu sinirle de manyakça öperim onu bir elime geçirirsemmmmm! gülmüyorum, sinirden o. :D



ondan aldığım ilk hediye de, bir kitap. dün akşam aldım hediyemi :)) önüne yazdığı not çok hoşuma gitti. tabi, ablam eve gelince, kitabı bir yere tıkmam lazım. annemden saklamak daha kolay. kitaplara pek ellemez... ilişkimiz biraz yerine otursun, öyle açıklarım. en son da babalar duyar. :))


onun sayesinde dostoyevski'ye ısınabilirim sanırım. çok küçükken, suç ve ceza'yı elime almıştım, uzun ve ağır gelmişti, hafiften bir antipati besledim slav romanlarına bu tecrübem yüzünden. bakalım, yakışıklı ısındırır belki... (ben de ona, beni ilk ağlatan kitabı ödünç verdim: kürk mantolu madonna... bakalım beğenecek mi?)

15.2.12

ayhh

ayhh, koşturmacalı bir gün beni bekliyor. üds başvurusu - evet, son gün karar verdim - yapacağım. sistemde hele şükür master dersleri de tanımlanmış, seçtim dersleri ama danışmanımın yanına gideceğim. belki birkaç hoca ile de görüşüp ders saati belirlemeli, kimisiyle de tanışmalı. kampusa geçmeden, merkez için ethernet kablosunu en azından ayarlamalı, bilgisayara ağ geliyor mu, onu halletmeli. telefonun kablosu da defolu gelmiş, ona kablo da uydur, amaaan.

akşama da dostumun müsameresi için beyin fırtınası yapacağız. tek tesellim, onun işlerinin sarkmaması ve yanımıza onun da gelebilmesi. dinimiz amin. (allah'ın n'olur spam olarak işaretleme bu isteği...)

ps. dostumun da ortak tanıdık olması ne kadar hoş, tanıştırmadan, tanışmadan... ne güzel! :)


14.2.12

çay :))))))))))))

dün, yakışıklının çalıştığı ofise de uğradım. evimize yürüme on dakika :)) ofisin, okuldan dönüş yolum üzerinde olması da bonus tabi...

o kadar tatlı bir salağım ki, ofisten çıkarken çay markalarına elimi daldırıp kaptım bir tanesini ve klavyesinin yanına koyarak "sana çay ısmarlayacağım yarın" dedim. ahahayt


13 şubat

10.2.12

sweet nostalgia =)


bugün lise 2'de hayatıma giren iki arkadaşla buluştuktan ve bol soslu dürüm ziyafeti ve sohbet keyfinden sonra bir kahve molası kadarcık olsa da has uşağumla buluştuk, üç gündür özlemiştim valla. hava soğuk olduğu ve vücudu kırgın olduğu için de dilimize destan toros'u almış bugün babasından =) otomobilde hoşlandığım bir model değil ama uzuuuuuuuuuun süre sonra onunla toros'a bindiğim için çok hoşuma gitti ya hu:) çocukluğuma döndüm bir an... ve yanındaki, yanında olmaktan hoşnut olduğun biriyse etrafın, mekanın pek de önemi yok.

böyle, "belalı abi"m varmış gibi bir aşağıdaki sokakta arabadan inmem de ayrı bir heyecan tabi.  :)

eve girince de ne göreyim, pc'min yanında 3 adet kurdele ve üzerinde "all you need is LOVE" yazıyor. allah'ım ne mutlu bir gün!

ps. yarın bir aksilik olmaz umarım. yakışıklıyla ve birkaç arkadaşla nikah törenine hemen ardından da basket maçına gideceğiz. ikimiz de pek dinlemesek de, halil sezai konserine de bilet bakayım dedi... bence ben rüya görüyorum. rüya ise, n'olur uyandırma allah'ım...

8.2.12

gri hava

bugün hava o kadar kasvetli ki, şu mutlulukta depresyona girdim. onun işlerinin yoğun olması da tuz biber ekti yani.
ay evde patlayacağımmmmmmmmmmmmmmmmmm.

bu arada karadeniz'de bir gemi karaya oturmuş.

öyle.


bahar, çabuk gel allah aşkına...

leo

iki gündür unutuyordum doğum gününü sormayı. aramızda üç gün varmış. o da aslanmış. :)


7.2.12

tedirginlik

insan mutlu olmaya alışık olmayınca bi' tedirgin oluyor. kaybetme tedirginliği... neyse ki ironik hatuncuğum duruma el attı ve içime su serpti biraz: önemli olan niceliği değil, niteliği!

iyi ki varsın ironik hatun.

"sevgilimin kokusu"


ya hu ben daha cumartesi akşamı yalnız (single) bir kadındım, ama iki gündür yalnız değilim. taptaze bir ilişki içindeyim ve ilk kez sevgi beslediğim biri bana aynı duygularla geri dönüyor. ne muhteşem bir şeymiş bu!

bugün okula geçtim, bir hayli koşturmacalıydı. akşama kadar sürdü işim ve hatta teknolojik problemlerden ötürü işimizi de halledemedik. yakışıklının da günü çok yoğundu. hafta sonunun yarısını benimle geçirdiği için dün gece boyunca uyumadan proje çizdi, ofise geçip oradan da şantiyeleri gezmiş. (benim yüzümden uykusuz kaldı ama olsun beni kazandı, ben de onu ^_^ )

günü böyle yoğun geçeceği için buluşamayız diye düşünüyordum ve hatta sabah da aceleyle çıktığım için fazla bakımsızdım bugün. deodorant, roll-on kullanacak süreyi bile bulamamıştım sabah. akşam olunca, okuldan sonra hemen eve geçmem gerekip gerekmeyeceğini sordu, ben de yoksunluk krizi belirtilerim başladığından 2-3 saat kadar daha dışarıda olabileceğimi söyledim ve buluştuk.

tabi ben o koşturma psikolojisiyle ve sabah koku sürememenin etkisiyle hava soğuk olsa da "kötü kokuyor muyumdur acaba?" diye düşündüm durdum otobüste. lakin pek yersizmiş. bana sarılınca "sevgilimin kokusu da kendi gibi güzel" demez mi? o saniyeler kaç türlü güzel duygu yaşadım sayamadım valla. zira bana ilk kez "sevgilim" dedi ve ilk kez "sevgilim" dendi... ben leyla leyla, ağzım kulaklarda dolaşmayayım da kim dolaşsın.

beni efsanevi bir şekilde sevsin istemem ama beni hep sever inşallah...

6.2.12

o bahçede

limon ağacı olduğunu karanlıkta fark etmemiştim.
alelacele ayrılmak zorunda kalmasaydık keşke...

5.2.12

bilinmeyen numara

gece gece adrenalin seviyemle oynadığın için sana sövdüm bilesin.

gece demişken, "mandalinalar tezgahta..."yı ışın karaca söylüyormuş. biz ilk dilek ay'dan dinledik. klip de çekmiş aslında ışın, niye duymamışız? o.O

adı kon'mamış tatlı şey




what's in a name? that which we call a rose

by any other name would smell as sweet.

(romeo&juliet; act ii, sc.ii)




ps. the beatles saatini yerim.

3.2.12

kandil duası

Allah'ım sen konuları biliyorsun. amin.

sometimes...

...i suffer from hamletian dilemma. i have been thinking about reading orlando or brideshead revisited. i've just took a glance at my books and i couldn't see orlando. it must be at the back. afterwards, i've swiftly took brideshead revisited.

that's it!

simple!

why have i been thinking for two days, then!!!?


10 aralık 2007

on aralık iki bin yedi... ellerimin aşka titrediği bir gün. o zamanlar nevrotik değildim. çay tepsisi taşırken elim şimdiki gibi tiremezdi mesela. tek derdim, istanbul'un trafiği ve aşk(lar)ımın karşılık bulmamasıydı - ikincisinden hala muzdaribim ya, neyse.

bizim bölümden bir çocuğa aşıktım. yirmi yaşıma gireli 4-5 ay olmuştu. onu öylesine sevmiştim ki, hayatımın aşkı sanmıştım. "haaa demek ki, lisedekiler fasa fisoymuş, yirmili yaşlardaki aşkmış esas olan" gibilerinden şeyler düşünürdüm (sanki yaş 29! ulan, dur, daha yeni bastın 20'ye, doldurmadın bile).

çocuk sessiz bir tip, ben de öyle. hazırlıkta aynı sınıfta değildik, birinci sınıfta - aşık değilken - hiç muhabbet etmemiştim; aşık olunca da bir türlü muhabbet edemezdim heyecandan. koridorun başında görsem kızarıyor, nabzım hızlanıyordu, konuşmak ne mümkün. bir de çekingenlikten midir nedendir bilemiyorum, çakmasın da istiyordum. belki de kendimi sevimsiz buluyordum, beni sevmeyeceğini düşünüyor ve bu acı gerçeği duymayı ertelemek istiyordum. neyse efendim, 10 aralık 2007 günü okulun bahçesine bir girdim, benim dostlardan biri, o ve onun grubundan birkaç kişi birlikte oturuyorlardı. çağırdılar beni. ilk kez ona o kadar yakındım. dostum işgüzarlık yapıp hatıra kalsın diye fotoğraf çekti. hemen bastırdım, odamdaki mantar panoda 2 sene durdu o günden bir foto. o gün, ona en yakın olduğum ilk gündü. en zor kısmı da aslında çok sıradan bir şey. kutuda sakız ikram etmişti. gözüne, yüzüne bakamadığın adam sakız uzatırsa tabi, elin ayağın titrer. "ay anladı sanırım" diye düşündükçe titirti ve heyecan da çoğalır tabi. o an benim için çok özeldi ve ondan aldığım, somut ilk şeydi o sakız. ders boyunca ve eve gidene kadar ağzımda tuttum. e, haliyle sakız da bir yere kadar ağızda duruyor. peki, kıyıp da nasıl atacaktım ben onu? saklanmaz da. hayır, hayır, saklanır! elime şeffaf bir bant aldım ve başladım sarmaya. açıkta kalsa bozulur çünkü. belki de kurtlanır... hava ile teması kesilmeliydi. dört-beş kat iyice bantladım. mantar panoma onu da raptiyelemiştim. platonik aşkım karşılıksız aşka dönüşünce - yani reddedildim - bir süre daha panomda fotoyla birlikte asılı kaldı ve artık onu unutmam gereken dönemde de arkadaşların ısrarı üzerine panodan kaldırdım.

bir süreliğine bir kutuda kaldı. sonradan bir başkasına aşık oldum. hayatımın en zor aşkına. benliğim ve kişiliğim değişti resmen. tabi, benliğim ve ruhum bu aşkla dolunca; o sakızı veren de benim için sevdiğim ama ilişki düşünmediğim biri haline geldi. konuşmaktan utanmıyordum. esirgeyip kollamak istiyordum hala ama gözümde bir erkek değildi, bir çocuktu artık sanki. onun beni sevmemesi hiç mi hiç acıtmıyordu artık. bunu keşfettiğim günden beri de o sakızı cüzdanımın bir bölmesinde taşıyorum, çünkü ondan bana hiç mi hiç zarar gelmedi. hiç mi hiç üzmedi. hatta benim halime benimle üzüldüğü hissediliyordu net bir şekilde. ondan sonra iki kişi sevdim, onların üzdüğü hususlar oldu. örneğin, yalan söylemek. o, bana yalan bile söylemedi. zaten ne kadar konuştuk ki söylesin, orası da var; ama yalan söylemekten, ümit vermekten kaçındı. araya mesafe koydu ve vakti gelince aramızdaki duvarı yıktı.

bu sakızı hala saklıyorum, çünkü o zamanlar - bir sınıf arkadaşının verdiği selamı bile esirgediği dönemlerde - üzülürdüm ama geriye baktığımda beni neredeyse hiç üzmemiş. ne zaman aşka inancımı yitirsem, bu sakız bana aşkı tekrar sevdiriyor; bembeyaz rengi macun kahverengisine dönse de...

1.2.12

"pardon bakar mısınız?"





pardon bakar mısınız, tanışmış mıydık?
mail atmış mıydım ben size hiç, mailleşmiş miydik?
pardon daha önce konuşma başlatmış mıydık?
bağlantıdan düşüp yorulmuş muyduk?

avatarınız ne kadar da aşina
o kare içine almış olabilirim
web cam'e öyle uzak bakmasanız
sizi tanıdığıma yemin edebilirim
peki, bu dı gı dıg uyarısını hatırlar mısınız?

pardon bakar mısınız, nick'iniz neydi sizin?
baş harfini paranteze alıp smiley yapmış olabilirim
pardon daha önce nerede oturum açtınız?
aynı server'dan geçmiş olabiliriz
peki, bu titreşimi...
hatırlarsınız...
hatırlarsınız...



rip !



Flower Of Love by Barış Manço on Grooveshark

çöpçü tıngırtısı


az önce çöpçüler geçti sokaktan. bu sokak dün kar altındaydı, tutmuştu; ama bugün eridi. karın temizleyemeyeceği kadar pisiz. pis.

kör olmayasıca çöpçüler, beklemekten içimde hurdaya dönmüş duyguları da süpürsenize!


yas'min atarı

ne sıla atarına benzer, ne de ajda pekkan atarına...

biline! :

anneyle

kahve + hoşbeş

hoşbeş, gofret oluyor; muhabbetimiz değil. bildiğin göt muhabbeti yaptık. yarasın.