3.2.12

10 aralık 2007

on aralık iki bin yedi... ellerimin aşka titrediği bir gün. o zamanlar nevrotik değildim. çay tepsisi taşırken elim şimdiki gibi tiremezdi mesela. tek derdim, istanbul'un trafiği ve aşk(lar)ımın karşılık bulmamasıydı - ikincisinden hala muzdaribim ya, neyse.

bizim bölümden bir çocuğa aşıktım. yirmi yaşıma gireli 4-5 ay olmuştu. onu öylesine sevmiştim ki, hayatımın aşkı sanmıştım. "haaa demek ki, lisedekiler fasa fisoymuş, yirmili yaşlardaki aşkmış esas olan" gibilerinden şeyler düşünürdüm (sanki yaş 29! ulan, dur, daha yeni bastın 20'ye, doldurmadın bile).

çocuk sessiz bir tip, ben de öyle. hazırlıkta aynı sınıfta değildik, birinci sınıfta - aşık değilken - hiç muhabbet etmemiştim; aşık olunca da bir türlü muhabbet edemezdim heyecandan. koridorun başında görsem kızarıyor, nabzım hızlanıyordu, konuşmak ne mümkün. bir de çekingenlikten midir nedendir bilemiyorum, çakmasın da istiyordum. belki de kendimi sevimsiz buluyordum, beni sevmeyeceğini düşünüyor ve bu acı gerçeği duymayı ertelemek istiyordum. neyse efendim, 10 aralık 2007 günü okulun bahçesine bir girdim, benim dostlardan biri, o ve onun grubundan birkaç kişi birlikte oturuyorlardı. çağırdılar beni. ilk kez ona o kadar yakındım. dostum işgüzarlık yapıp hatıra kalsın diye fotoğraf çekti. hemen bastırdım, odamdaki mantar panoda 2 sene durdu o günden bir foto. o gün, ona en yakın olduğum ilk gündü. en zor kısmı da aslında çok sıradan bir şey. kutuda sakız ikram etmişti. gözüne, yüzüne bakamadığın adam sakız uzatırsa tabi, elin ayağın titrer. "ay anladı sanırım" diye düşündükçe titirti ve heyecan da çoğalır tabi. o an benim için çok özeldi ve ondan aldığım, somut ilk şeydi o sakız. ders boyunca ve eve gidene kadar ağzımda tuttum. e, haliyle sakız da bir yere kadar ağızda duruyor. peki, kıyıp da nasıl atacaktım ben onu? saklanmaz da. hayır, hayır, saklanır! elime şeffaf bir bant aldım ve başladım sarmaya. açıkta kalsa bozulur çünkü. belki de kurtlanır... hava ile teması kesilmeliydi. dört-beş kat iyice bantladım. mantar panoma onu da raptiyelemiştim. platonik aşkım karşılıksız aşka dönüşünce - yani reddedildim - bir süre daha panomda fotoyla birlikte asılı kaldı ve artık onu unutmam gereken dönemde de arkadaşların ısrarı üzerine panodan kaldırdım.

bir süreliğine bir kutuda kaldı. sonradan bir başkasına aşık oldum. hayatımın en zor aşkına. benliğim ve kişiliğim değişti resmen. tabi, benliğim ve ruhum bu aşkla dolunca; o sakızı veren de benim için sevdiğim ama ilişki düşünmediğim biri haline geldi. konuşmaktan utanmıyordum. esirgeyip kollamak istiyordum hala ama gözümde bir erkek değildi, bir çocuktu artık sanki. onun beni sevmemesi hiç mi hiç acıtmıyordu artık. bunu keşfettiğim günden beri de o sakızı cüzdanımın bir bölmesinde taşıyorum, çünkü ondan bana hiç mi hiç zarar gelmedi. hiç mi hiç üzmedi. hatta benim halime benimle üzüldüğü hissediliyordu net bir şekilde. ondan sonra iki kişi sevdim, onların üzdüğü hususlar oldu. örneğin, yalan söylemek. o, bana yalan bile söylemedi. zaten ne kadar konuştuk ki söylesin, orası da var; ama yalan söylemekten, ümit vermekten kaçındı. araya mesafe koydu ve vakti gelince aramızdaki duvarı yıktı.

bu sakızı hala saklıyorum, çünkü o zamanlar - bir sınıf arkadaşının verdiği selamı bile esirgediği dönemlerde - üzülürdüm ama geriye baktığımda beni neredeyse hiç üzmemiş. ne zaman aşka inancımı yitirsem, bu sakız bana aşkı tekrar sevdiriyor; bembeyaz rengi macun kahverengisine dönse de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder